Sırtında Kırbaç İzi Bulunmayan Millet...

Milliyetçilik, basit bir akıl ve insanlık meselesidir. Fıtridir, yaradılışa uygundur. Kur'an ve bilim, farklı mehazlarla da olsa bu gerçeği vurgulamaktadır.
Bizim Milliyetçiliğimizi bozguncu asabiyetçilik, kavmiyetçilik, faşizm, nasyonal sosyalizm gibi negatif göstererek milli varlığımız için çalışma sorumluluğundan kaçanlar, aynı zamanda aklın sorumluluğundan, yani insanlıktan uzaklaşmaktadırlar. Tarih boyunca sırtında kırbaç izi bulunmayan yegane millet Türk Milletidir. Sırtımızı düşman kırbacına açarak, bu nadide kültürü yok etmeye hiç bir siyasi iktidarın hakkı yoktur.
Kölelik Kültürü
Bundan 2000 yıl önce Avrupa demek Roma demekti. MÖ: 27'de Sezar'la başlayan imparatorluk dönemi, yaklaşık 500 yıl sürdü ve Batı Roma, Kavimler Göçü sonucunda 476'da yıkıldı. Ondan önce ikiye ayrılmış ve doğu Roma ortaya çıkmıştı. Bizans adını alan bu devlet, 1453'e kadar yaşadı.
Boylar halinde yaşayan göçebe kavimler, doğudan gelen Hun baskısıyla bugünkü yurtlarına Fransa'ya, İspanya'ya, İngiltere'ye, Almanya'ya ve İtalya'ya yerleştiler. Merkezi devlet düzeninin yerine Feodalite denilen adem-i merkeziyetçi devlet yapısı hakim oldu.
Atlı asker sahibi boy beyleri zamanla dük kont, baron gibi ünvanlar aldılar. Askerlerine de şövalye denildi.
714'te Tarık Bin Ziyad'ın önünden kaçan İber katolikleri, Fransa'daki şövalye şatolarına sığınmışlardı. Sonra da başı sıkışan köylülerin askeri yapılara sığınması bir gelenek halini aldı. Sığınmanın bedeli, boğaz tokluğuna toprak köleliği yapmaktı. Böylece köle (serf) sınıfı ortaya çıktı. Zaten İlkçağda da kölelik, (güçlünün güçsüzü alıp satması) etkin bir şekilde uygulanmıştı. Ön Asya tarım ve ticaret kültürü buna müsaitti.
İncil Allah'tan inmişti ve insanlığı temin edecekti. Ancak zulme son vermesi gereken İncil, giderek bu öz amaçtan uzak yorumlar nedeniyle önce Roma'yla, sonra da Feodal sistemle insanlık aleyhine uzlaştı. Adalet, başka bahara kalmıştı.
İnsanlık Ortaçağ karanlığına şöyle girdi:
1- Kilisenin, "İncil varken başka bilgi gerekmez" (skolastik) hükmü, Kavimler Göçüyle Roma'yı kuşatan ve yıkan Barbarlara uygun bir yorum gibi görünüyordu.
2- "Ebedi günah" (cennetten kovulduğumuz için üredik ve çoğaldık anlayışı) insanın biyolojik değerinin ve bunun mahsulü olan bireyin saygı görmesin mani idi.
3- Papazlar, ebedi günahın bu meyvesini vaftiz etmedikleri (yıkamadıkları) takdirde şeytanın bu mahsulü ele geçirip, istediği gibi kullanacağına inanmış daha da önemlisi halkı buna inandırmışlardı.
4- Böylece kilise, hem nikah dairesi, hem nüfus müdürlüğü hem ilahi bir banyo, hem de "rahmani bir sivil savunma örgütü gibi" kendisine yoğun bir sosyal çalışma alanı buldu.
5- Hatta papazların ileri gelenleri, bazı psişik vakalarda exorcist (cin çıkarıcı) olarak paranormal ihtisaslar sergilediler.
6- İşte bu "akıl almaz" Kilise skolastiği yüzünden İlkçağ'daki sanatsal yeterlilik tamamen yitirilmiş, engizisyon kaygısı, ruhlari üretken olmaktan çıkarmıştı.
7- Allah'ın sıfatlarından ve yaratıcı özünden ruhen uzaklaşan insanların, bedenen alınıp satılması ve sadece hayvani bir kol gücü seviyesine indirgenmesi kaçınılmazdı.
İnsanlığa Doğru
Ortaçağ'ın sonlarında Avrupa'da önce sanat alanına nüfuz ederek, İtalyan rönesansına zemin hazırlayan hümanizm akımı, antikite çalışmalarının yani, insanın değer üreten yönünün keşfedilmesinin bir sonucuydu. Aslında Avrupalılar bunu saklamak için büyük bir çaba gösterseler de kainatın sırlarını araştırmayı görev kabul eden Müslüman bilim adamlarının etkisi, basit arkeolojik keşiflerden çok daha fazlaydı. Müslümanlar, Aristo'lu, Platon'lu, Batlamyus'lu Hellenistik birikimi nasıl Grekçe bilen Araplar olan Gassanilerden temin ettiyse Hıristiyanlar da Endülüs'teki çok dilli Yahudilerden yararlanarak İslam'ın 11. Yüzyılda zirveye varan Arapça birikiminden yararlanmaya başladılar. Averroes adıyla Avrupalılaştırılan Endülüslü İbn-i Rüşd, skolastik felsefenin yıkılmasında mühim bir rol oynadı. İbn-i Sina'nın adı, Avicenne, Farabi'nin adı Alfarabiustu. Rönesans'a doğru İbni Sina, Hipokrat ve Galien'in ustası görünümünde tasvir edilmeye başlandı.
El Biruni, dünyanın eksen eğriliğini hatasız hesaplarken, kilise, dünyanın öküzün boynuzunda durduğuna inanıyordu. Bu öküz aslında eski Boğa burcundan başkası değildi ama herşey gibi kosmos da unutulumuş ve karanlıklar beynin her tarafını sarmıştı. İspanyol "fatihlerin" Kolombiya ve çevresinde papadan fetva gelene kadar insan eti yemeleri, insanla hayvan arasında bugün mevcut olan kalın sınırın o yıllarda Avrupa'da henüz çekilmemiş olduğunun bir karinesidir.
Yeniden Hayvanlaşma
Yeniçağ'ın sonlarına doğru Merkantilizm, (ticaret tanrısına tapınma) sağladığı bütün konfora rağmen, insan üreten bir sistem olamadı. Bunun sebebi, "büyük balık küçük balığı yutar" (Wall Street) veya "ormanda en güçlü gorilin sözü geçer" (Pentagon) söylemlerinin bu çağda ortaya çıkmasıydı.
Yakınçağ'da feodal sömürünün yerini merkantilist rekabet (altına sahip olma kıskançlığı) yani ulusal çatışmalar aldı. Zemininde insan olmayan bu maddeci Milliyetçilik, kısa zamanda Faşizm ve Komünizm gibi yeni çatışma alanları yarattı. "En zekiler" asker değil de tüccar (burjuva) olduğu için ise aradan sıyrılan Kapitalistler, Liberalizmi öne çıkararak bugünkü trendleri yakaladılar.
Kapitalizmin bu yarıştan galip çıkmasının sebebi, insanın hala "alınıp-satılabilmesi"dir. Asla kılıç kuşanmamış bir Rockefeller'ın veya Rotschild'lerin dünyanın güçlü ordularını harekete geçirebilmesi, "Soros tipi ticari faaliyetlerin" yani direkt ya da doğrudan satın almaların sonuucudur.
Ajanlar, analistler, gazeteler, gazeteciler, siyasiler, askerler, bilim adamları, yazarlar satın alınmakta ve ruhlarını global şeytana satan bugünkü köleler, efendilerinin emirlerine göre çalışmakta, yazıp çizmekte, örgütlenmekte ve siyaset etmektedirler.
Darwin sayesinde "İnsandaki hayvanı" daha yakından keşfeden ve Malthus sayesinde kaynakların artan nüfus karşısında yetersiz kalacağo kaygısına kapılan. günümüzün senyörleri, katliam planlarını bilim kurgu senaryolarla da renklendirmişlerdir. Bugünlerden ruhları satın alınmaya ve esir edilmeye çalışılan milletleri, Aya veya Mars'a sürgüne göndererek sadece kendi ırklarını dünyada barındırma projesi, çok da uzak bir ihtimal değildir.
Bunun için, "Açık Toplum" gerekmekte, kapitalizme sınırsız bir avans verilmektedir. Bugün bu yönde verilen terbiye faaliyeti, medya ve marketing üzerinden insanı bir tüketim kölesi haline getirmektir. Zamanla inançsız idealsiz, "kavmî kimliksiz" ve kişiliksiz bir kitlenin bankaları ve sistemin kurucusu olan bankerleri daha zengin etmekten başka bir değerleri kalmayacaktır. Yani bu kez şeytanın avukatlığı değil, menajerliği yapılmaktadır. Bilinçsiz tüketiciler de sistemin yeni köle sınıfını oluşturmaktadır.
Ve Türkler
Türkler, köleliği, feodaliteyi, skolastiği ve o örgütlü karanlığı yaşamamış bir millettir. Süvariler sayesinde kazanılmış bir Kurtuluş savaşıyla emperyalistlere pabucunu ters giydirmemizin, Ülkücüler olarak hala "at sırtında konuşmamızın" sebebi budur. Atı ehlileştirerek bir hayvana hükmetmeyi erken öğrenenler, hayvanlaştırılamaz, köleleştirilemez, alınıp satılamazlar. Bu durum, tek başına bir medeniyet modeli olmasa da insan olmanın delillerindendir.
Atatürk, Atsız, Türkeş gibi "insanca" başkaldıran liderler, bu kültürün hediyeleridir. Onları cesaretlendiren de İslam'ın özünden başkası değildir. Hürriyet, Allah'a kulluğun en önemli ilk şartıdır.
Yani:
1- Soros, sizin vatan seccadenize oturmuşken siz namaz kılamazsınız.
2- Düşman çizmesiyle kirletilmiş Bağdat hurmasıyla Orucunuzu açamazsınız.
3- Yetim malı ihalelerin hakedişlerinden zekat veremezsiniz.
4- Afrika'da Müslümanlar açlıktan ölürken, Arabistan'ın yer altı Amerikan şirketlerine çalışırken haccınız ifsad olur.
5- Emiriniz ABD'den emir alırken göğsünüzü gererek kelime-i şehadet getiremezsiniz.
Kısacası hem kula kul hem de Müslüman olamazsınız. Zulme karşı en az üç taş atacaksınız. Milliyetçilik, işte bu manada bir taş toplama ve o taşları gerektiğinde atom bombası gibi kullanma kapasitesidir. Zalim karşısında asabiyeti iğdiş edilmiş kavimlerin maymundan farkı yoktur. "İnsan" olmadan ise "İslam" olunamaz.
Milliyetçilik, bu yönüyle bir "insan kalma ve dünyadaki görevini adam gibi tamamlama" mücadelesidir. Türk, yaşar, evlenir evlat sahibi olur, geride kendisi gibi Türkler bırakarak; hesabını Allah'a vermeye gider. İlahlık iddiasındaki şarlatanların "Kozmik Guantanamo'su"na değil...
Ülkücüler hem kavmini muhafaza eden Türklerdir hem de dünyanın en iyi Müslümanlarıdır. Türklerin sırtında feodal kırbaçların izi bulunmaz. Ayrıca Türk'ün ata hükmetme kültüründen gelen efendilik, onun maymunlar kategorisinde terbiye edilmesine ebediyen manidir. Ülkücü hareketin satın alınamamasının bir sebebi de budur.
Soros ve kanı bozuk adamları şunu yakında çok iyi öğreneceklerdir:
Türkler, ezelden beri insandırlar ve ebede kadar da eşref-i mahlukat olarak yaşamaya devam edeceklerdir.
 
 
Ş.ALNIAÇIK
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevgili Karıma...