Kadı Kim! Eşkiya Nerde?...
Öykü bu yaaa...
***
Sadece bir tane oğlu
bulunan, çiftlik sahibi, varlıklı bir adamcağız iyice yaşlanıp yatağa düşer ve
hasta yatağında olumu beklemeye baslar. Ölümünden bir süre önce, oğlunu yanına çağırıp
vasiyetini söyler:
- Oğulcuğum. Yatağın yanında,
içi altın dolu iki tane kese var. Bunlardan biri senindir. Al, güzel güzel
harca, helaldir. Diğerini ise, ne yapıp edeceksin, memleketin en büyük eşkıyasını
bulacaksın ve ona hediye edeceksin. Sebebini sorma, vasiyetim böyledir!
Yaşlı adam bunları söyledikten
bir kaç gün sonra ruhunu teslim eder. Oğlu, cenaze töreni ve yas tutma günlerinin
ardından, artık babacığımın vasiyetini yerine getirmeliyim deyip, her iki
keseyi yanına alır ve memleketin en büyük eşkıyasını bulmak için ülkeyi dolaşmaya
baslar.
Fakat nereye gitse, hangi eşkıyayı
sorsa, ondan daha da namlısı, kanlısı, belalısı olduğunu öğrenir ve böylece
aylarca dolaşır.
Nafile! Kime sorsa, verilen
cevaplar benzer şekildedir:
- Evet, bizim eşkıya yirmi kişiyi
öldürmüş, yüzden fazla kızı dağa kaldırmıştır; ama duyduk ki falanca yerdeki eşkıyanın
öldürdüğü adamların sayısı saymakla bitmezmiş.
Böyle, zavallı çocuk bir
seneye yakın dolaşmış. Nihayet sora sora, ülkenin yol vermez dağlarla çevrili
bir köşesinde öyle bir eşkıyanın adını işitmiş ki, Allah böylelerinin şerrinden
herkesi emin eylesin. Anlatılanlara göre, bıyıklarında adam asıp sallandırır,
heybetli, gözünü budaktan sakınmaz, padişahı bile tanımaz öyle bir yiğitmiş ki,
köylüler korkularından ismini bile fısıldayarak söylerlermiş. Hükmettiği dağların
yamaçları onun öldürdüğü insanların cesetleriyle doluymuş. Nice genç kız, koca
nimeti göremeden onun adamları tarafından tenhalara çekilmiş.
Yedi dağin eşkıyası diye
bilinen bu haydutun öykülerini dinledikçe, bizim çocuk nihayet "artık
bundan daha canavarı olamaz" deyip, eşkıyanın yaşadığı en büyük dağa doğru
yola çıkmış. Hava deseniz, kışın ortası, soğuk adeta insanın ciğerlerine
islemekte. Dağa varıp da bata çıka yolu hemen hemen yarıladığında, eşkıyanın adamları
karşısına çıkıp çocuğu esir almışlar. Tek başına bu dağda ne gezersin bre
ahmak, deyip soruşturmuşlar. Çocukcağız, ağanıza bir hediye getirdim, silahsızım,
zaten size güç yetiremem diye yeminler etmiş; onun silahsız olduğunu anlayıp
yedi dağin eşkıyasının karşısına çıkarmışlar.
Eşkiya hakikaten dedikleri
kadar varmış. Bizim çocuk, eşkıyanın ağaç dalları kalınlığında bıyıklarını,
kurşunla dolu fişeklerini, iri cüssesini görünce yaprak gibi titremeye başlamış.
O titrerken eşkıya gürlemiş:
- Be hey tıfıl, kimden
cesaret aldın da benim dağımda destursuz gezersin! Kurda kuşa yem olmadan önce
anlat bakalım burada ne aradığını.
Delikanlı, cesaretini toplayıp,
babasının öyküsünü ve vasiyetini anlatmış, sözü bitince, koynundan kesenin
birini çıkarıp yedi dağın eşkıyasına uzatmış:
- Ağam, babamın bana emaneti
altın kesesi işte budur. Sizin hakkınızdır. Bunu size vermezsem babam mezarında
rahat yatmaz, lütfen kabul edin.
O namlı eşkıyanın yüzünde
babacan bir ifade belirmiş:
- Sevdim seni be genç adam. Safsın,
temizsin, belli ki daha dünyadan haberin yoktur. Evet, benim namım bu dağları sarmıştır,
lakin memlekette benden büyük bir eşkıya daha bulunur. Biz eşkıya da olsak, hak
etmediğimiz mala el sürmeyiz.
- Etmeyin ağam, sizi bulmak için
bir senedir dolaşmaktayım.
Ağa, elini kaldırıp konuşmuş.
- Sen simdi geldiğin yoldan
dön, kasabayı geç, şehre var. Gidip kadı efendiyi bul. Memleketin en büyük eşkıyası
odur. Selamımı söyle, bu keseyi ona ver. Eminim alır!
Sonra adamlarına işaret etmiş.
- Bu yiğidi, başına bir iş
gelmeden düze indirin, şehir yolunda bırakın.
Böylece bizim genç adam şehre
varmış. Sorunca hemen kadı efendinin yerini göstermişler, konağına varmış, güzelce
selamlayıp, başından geçenlerin hepsini anlatmış.
- İşte böyle kadı efendi. Bu
keseyi hak eden sizmişsiniz, ben de eğer kabul ederseniz size takdime geldim.
Kadı efendi zemberekten boşalır
gibi yerinden fırlamış:
- Vay ahlaksız, müfteri eşkıya!
Hakkımızda neler demiş. Be hey Allah'tan korkmaz kul, sen ne yüzle bana haram
para teklif edersin! Simdi yatırayım mı seni kırbaç altına?
Genç çocuk ağlamaya başlamış:
- Efendim ben de anlatılanlara
uydum. Aylardır evimden uzağım, artık gezmekten usandım, yoruldum. Hani şöyle
kitaba bir baksanız da bu işin bir hal yolunu bulsanız.
Kadı efendi, kara kaplıyı açıp
sakalını sıvazlamış:
- İmdiii, bir din ve devlet
temsilcisinin böyle açıktan para kabul etmesi hem kanun-u ali'ye, hem şeriata,
hem de Allah rızasına münasip olmayıp, alan da veren de bu âlemde ve mahşerde suçlu
durumuna düşer. Lakiiin, eğer aramızda bir ticari akit tanzim eder ve dahi sen
bana bu bir kese altını bir alışveriş neticesinde takdim eyler isen, ben dahi
bunu senden bir hizmet karşılığı alır isem, ser’ an caiz olup başkaca bir işlem
yapılması gerekmez. Yani, kısacası, ben bu altınlar karşılığı sana bir şey satacağım.
- Ne satacaksınız efendim?
Kadı efendi, elini uzatıp
pencerenin dışını göstermiş.
- Bak bu dışarıdaki bahçe ve
civarındaki cümle arazi bana aittir. Şimdi, ne görüyorsun bu arazinin üzerinde?
- Kar, her yeri bembeyaz kar
kaplamış.
- Pek güzeeel, işte ben bu
arazideki karları sana satacağım, sen de bir kese altın karşılığı aldığını
beyan eder bir belge imzalayacaksın, böylece alışveriş tamam olacak.
Altınlardan bir an önce
kurtulmak isteyen genç çocuk, efendim aklınızla yaşayın deyip teklifi kabul etmiş,
derhal bir mukavele düzenlemişler, imzalar atılmış. Altın kesesini kadı
efendiye teslim eden çocuk, huzur içinde oradan ayrılmış. Memlekete gitmeden önce
bir handa geceleyip hem karnını doyurmayı hem de biraz dinlenmeyi münasip görmüş.
Handa horul horul uyurken,
sabaha karşı kadının emrindeki zaptiyeler kapıyı yumruklamışlar.
- Kalk hele, kadı efendi seni
gormek ister, davasi varmiş!
Genc cocuk, ne davası ola ki
dediyse de yaka paça götürüp kadının huzuruna çıkarmışlar. Bir de bakmış ki,
kadı efendi hiddet içinde. Sinirinden sakalı titremekte, gözleri kıpkırmızı,
insanı delecek gibi bakmakta. Daha, selamın aleyküm diyemeden kadı efendi bağırmış:
- Be hey utanmaz, arlanmaz, eşkıya
kılıklı işgalci. Bre biz seninle dün akşam arazimdeki karları satın aldığına
dair mukavele imzalamadık mı?
- İmzaladık kadı efendi, ben
de karşılığını size takdim ettim.
- Sus! Bak bakayım dışarıya,
ne var arazimin üzerinde?
- Ne olacak, kar var... Tıpkı
dünkü gibi.
- Mel'un hala konuşuyor! Dün
sen bu karları benden satın almadın mı? O halde senin karların ne hakla benim
arazimi işgal ederler?! Simdi bu işgal kanun dairesine ve de hak rızasına uygun
mudur? Derhal kaldır o karları benim arazimden, yoksa vallahi acımam, seni işgalcilikten
hapse attırırım!
- Aman efendim, dönümler
dolusu karı ben nasıl kaldırayım? Gücüm yetmez, karda kışta ölür kalırım.
- Onu, arazimi işgal etmeden
önce düşünseydin! Vallahi yapacağım gereğini.
Çocukcağız yine yalvarmış.
- Efendim, ocağınıza düştüm,
yok mudur bu işin de kitaba uygun bir hal yolu?
Kadı, kara kaplıyı tekrar açmış,
bir müddet mırıldayarak okuduktan sonra:
- Vardır! İmdiiii arazi
sahibi ve davacı olan ben ile davalı sıfatı ile sen arasında, arazimi işgal
bedeli karşılığında, benim de rızam ile bir kese altın karşılığı iş bu karları burada
tutmaya iznim olduğunu belirtir bir mukavele imzalarsak, bu husus şeriata ve
nizama uygun bir şekilde halle kavuşur. Yanii, sen bana öbür kese altını da işgaliye
bedeli olarak vereceksin.
Bizim genç cocuk öbür kese altını
da vermiş, gereken evrakları imzalamış, konaktan çıkıp temiz havaya kavuştuğunda,
dağlara bakıp konuşmuş:
- Hey gidi yedi dağın efesi!
Sen haklıymışsın. Daha büyük eşkıyalar da varmış. Senin açık açık yaptığın eşkıyalık,
bunların kanunla yaptığı eşkıyalığın yanında nedir ki...
***
Aman kimse üstüne alınmasın diyemeyeceğim,
isteyen istediği kadarını alsın. Gerisi de burada kalsın.
Selam ve dua ile kalın.
Dr. Emire hanıma selam olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder